Pressemitteilung zum NSU Prozess (türkisch)
Değerli Dernek Başkanları ve yöneticileri,
Değerli Basın mensupları,
Değerli Vatandaşlar,
Almanya’da, 2000-2007 yıllarında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmek, 2 bombalı saldırı ve 15 banka
soygunu gerçekleştirmekle suçlanan NSU terör örgütü üyelerinin, Münih Yüksek Eyalet
Mahkemesinde görülen davada çıkan karar bizi tatmin etmedi.
Baş sanık Beate Zschaepe`ye ömür boyu hapis cezası verildi ama verlilen kararın altı boş bırakıldı,
yani Almanyada ömür boyu hapis cezasının karşılığı en fazla 20 senedir. Ceza hükmünde ek
olarak sonuna kadar ceza uygulanacak ibaresi olmadığı için iyi hal indiriminden faydalanıp bir kaç
yıl içersinde özgürlüğüne kavuşma ihtimalinin olmasıda vicdanları yaralamıştır.
NSU terör örgütü üyesi Zschaepe ile örgüte yardım ve yataklık yapan Ralf Wohlleben, 10 sene
ceza aldı, son olarak gazetelerde çıkan haberlerde Ralf Wohlleben ́in hapisten çıktığı yazıyor.
Andre Emminger’e 2,5 ve Holger G.’ye 3 yıl hapis cezası verildi ve Beate Zschaepe hariç hepsi
salıverildi.
Almanya’daki Türk toplumu tarafından yakından takip edilen dava neticesinde, NSU davasının
Almanya tarihinde aşırı sağcı teröre ilişkin en büyük ve en uzun süren “6 Mayıs 2013 tarihinde
başlayan dava süreci 5 yılı aşkın bir zaman dilimine yayılmış ve bu çerçevede 438 duruşma
gerçekleştirilmiştir. Almanya’da asrın davası olarak adlandırılan davada bizim beklentimiz karşılık
bulmamıştır ve verilen bu karar, tatmin edici olmaktan uzaktır.
Alman basınında yıllarca “dönerci cinayetleri” olarak adlandırılan saldırılar için Türk mafyası
Almanya’da hesaplaşıyor, bu cinayetlerin Türkler arasında etnik ya da mezhepsel gerilimlerden
kaynaklandığı tartışması. Alman güvenlik birimleri göçmen aileleri şüpheli olarak görmesi,
öldürülen kişilerin eşleri, çocukları şüpheli olarak sorgulanması.
Ayrıca soruşturmaların başlangıç aşamalarında kurbanların aileleri ön yargılı ve asılsız
suçlamalara maruz bırakılarak mağdur edilmişlerdir.
Bu durum Almanya’daki Türk toplumunu da rencide etmiştir.
NSU’nun neden Türk göçmenleri hedef aldığı, kurbanlarını nasıl seçtiği, neden uzun yıllar boyunca
bu cinayetleri üstlenmediği, bu cinayetlere neden 2007 yılında son verdiği, güvenlik birimleri
içerisindeki bazı kişiler tarafından korunup kollanmadıkları gibi onlarca soruya hâlâ yanıt
bulunamıyor. İç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın, NSU ile ilgili olabilecek gizli
belgeleri imha etmiş olması, 120 yıl arşive konulan belgelere gizlilik kararı, yargılama süresince
resmî kurumların birçok bilgiyi gizlemesi ise Almanya’da kurumlara, hukuk devletine güveni
zedelemiş bulunuyor.
Başsavcılık, başından bu yana NSU’nun aşırı sağcı üç kişiden oluştuğu savında ısrar etse de gün
yüzüne çıkan bilgiler, farklı eyaletlerde cinayetler işleyen, bombalı saldırılar düzenleyen, soygunlar
gerçekleştiren grubun çok daha geniş bir destek ağına sahip olduğunu gösteriyor. NSU terör
örgütünün, 2011’de bir banka soygununun ardından saklandıkları karavanda ölü bulunan Uwe
Bohnhardt ve Uwe Mundlos ile Münih’te başsanık olarak yargılanan Beate Zschäpe ile sınırlı
olamayacağı görüşü hâkim. Ancak üçlünün etrafındaki ağ ortaya çıkarılamıyor.
NSU’nun karanlık bağlantılarını aydınlatamadığı gibi, kamuoyu gündemini meşgul eden birçok
soruya yanıt getiremedi, 5 tane bu olaya tanıklık yapan kişilerin mahkemede konuşacağını
açıklamaları akabinde birer birer öldürüldüler. Bu olaylarda yeni kuşkulara yol açtı. Bu
davranışlarıyla, Bir nevi Devlet destekli bu yeraltı gizli terör oluşumuna güven verdi ve
güçlenmesine neden oldu.Cinayetlerin arkasında ırkçı, Neonazı grupların olabileceği ihtimali dışarıda bırakıldı, aşırı sağcı
grupların üzerine gidilmedi. Almanya kamuoyu, NSU adlı bir aşırı sağcı terör örgütünün varlığından
ve bu cinayetlerdeki rolünden, ancak 2011 yılı Kasım ayında haberdar oldu. Tüm ülkeyi sarsan
skandal, Neonazı grupların oluşturduğu tehdidi ciddiye almayan, çoğu zaman göçmen kökenlileri
potansiyel şüpheli olarak gören güvenlik kurumlarının yaklaşımını, “kurumsal ırkçılık” sorununu
gündeme taşıdı.
Bir diğer gelişme ise, bugün Almanya’da karşı karşıya bulunduğumuz yükselen ırkçılık ve aşırı
sağcı grupların giderek daha da güçlenmesi. Hükümetin, aşırı sağcı gruplar hakkında Federal
Meclis’e verdiği son bilgiler, kaygıları daha da arttırıyor; gelecekte NSU’ya benzer oluşumlarla karşı
karşıya kalma tehlikesinin bulunduğuna işaret ediyor.
Münih Türk Konseyi olarak Beklentimiz!
Almanya’da NSU çınayetleri gibi ırkçılık ve yabancı düşmanlığı saklı cinayetlerin tekrar vuku
bulmamasıdır.
NSU çınayetlerinin yanısıra faili meçhul kalan diğer tüm ırkçı, yabancı düşmanlığı motifli saldırıların
faillerinin adalet önüne çıkarılmaları.
Maalesef Almanya NSU davasında ırkçılığa ve ırkçılara yeteri kadar güçlü bir karşı koyus
göstermeyerek sınıfta kalmıştır.
Bu vesileyle Alman makamlarından Almanya’da ve Avrupa’da artan ırkçılıkla tavizsiz bir şekilde
mücadele etmelerini, bu kapsamda özellikle siyasetçilerin ve medyanın sağduyu ile davranmasını
beklediğimizi de vurgulamak istiyoruz.
Münih Türk Konseyi olarak, Bundan sonraki süreçte de konuyu yakından takip etmeye devam
edeceğiz.
Böyle bir ortamda, Almanya’daki Türkiye kökenliler açısından da, NSU cinayetlerini aydınlatma
çabaları, ırkçılıkla mücadele adımları her zamankinden çok daha büyük önem kazanıyor.
Bu yaklaşımın değişmesi, farklı görüşlere sahip olsalar da, göçmen kökenlilerin, derneklerin, bu
konuda ortak tavır alması, NSU’yu aydınlatma çabalarına daha aktif bir şekilde destek olması
gerekiyor. Çünkü bu, yalnızca adaletin yerini bulması için değil; gelecekte benzer ırkçı cinayetlerin
olmaması, Almanya’da artan ırkçılık ve ayrımcılıkla daha etkin mücadele için şarttır.
Selam ve Saygılarımızla
Münih Türk Konseyi
Sami Demirel
Home